Sıla-i Rahim’den Sâf ve Hâlis Dostluğa ve Akrabalık Bağlarına

Sıla-i Rahim’den Sâf ve Hâlis Dostluğa ve Akrabalık Bağlarına

Daha çocukluğumda, camide dinlediğim vaazlardan aklımda kaldığı kadarıyla sıla-ı rahim ile akrabalık bağlarının, akrabaları ziyaret edip onların hâl ve hatırlarını sormakla ne bağı olup olmadığını sormadım değil. Dinlediğim hocalar sözü sıla-ı rahimden açıp da arkasından lafı hemen akrabalara getirdikçe benim o çocuksu havsalam bir türlü almazdı.

Daha sonraları az buçuk, çat çut, yani çata-pat Arapça öğrenmeye kalkıştığımızda, hocaları dinleye dinleye, kitapları okuya okuya anladım ki, hocalarımızın bu sıla-ı rahim, sıla-ı rahim diye attığı o çağrılar, o çığlıklar akrabalığa merhametle önem verme çığlığıymış. Hele hele anadan-babadan, gardaştan, yardan uzakta kaldıkça ve bu uzaklığınızın yakınlaşma ihtimali de ufuktan göz uzatmayınca hüzün basıyor, insanın damarlarına işliyor.

Belki de bu sessiz ama gürültülü çığlıktır, şu Avrupa memalikinden bizi bin bir telaşla ama hep heyecanla yollara döken. Bu kısa bir girişten sonra şimdi gelelim meramımızın aslına.

Hep yazmaya çalışırım. Geçmiş insanların tecrübelerinin, onların anlattıklarının hakikaten de hayatın tam ortasında tecrübe edildiğini, o anlatılanların tam da damardan tesir ettiğini, çünkü günümüz insanının hayat tecrübesinden uzaklaştığını vurgularım.

Bu köşede hatırlayacağınız gibi, Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Alâî’sinden alıntılar yaptım. Sıla-ı rahim konusunda da ondan alıntılar yapmazsam, eksik olacağını düşünüyorum.

ADALETİN BİR NEV’İ OLARAK SILA-I RAHİM

Kınalızâde Ali Efendi için sıla-ı rahim öyle sıradan bir akraba ziyareti değil, “Adâletin Nevi’leri”ndendir. Eee tabiî burada, o zaman, adalet ne ola ki, sorusu aklımıza gelmiyor da değil. Dedik ya, günümüzün insanı hayatını, hayat dışında sürdürdüğü için, o eski insanların anlayışlarını küçümsemekte ileri gitse de anladıklarını anlamada veya anlatmak istediklerini anlatmakta da o kadar geride.

Bu hususu kafamızda tutarak gelelim Kınalızâde’ye. Kınalızâde, adalet mefhumunun çeşitlerini, adalet içindeki faziletleri 12 madde hâlinde sıralarken, sıla-ı rahim maddesini 5. sıraya koymuş. Ama biz konumuz daha iyi anlaşılsın diye burada o 5. maddeyi en sona alacağız. Ancak bu arada diğer maddelerden de sadece birkaç örnek vereceğiz.

SÂF VE HÂLİS DOSTLUK

Kınalızâde, adaletin ilk ilkesi olarak sadakat, maddesini koymuş:

“Sadakat, garazdan, menfaatlerden sıyrılmış, sâf ve hâlis dostluktur. İnsanlar arasında meşhur olan sadakat; daima din, devlet ve milletine; dost- larına, akraba ve komşularına sözle ve işle hayır ulaştırma arzusudur.”

Yahu şu ifadelere bakar mısınız? “Garazdan ve menfaatlerden sıyrılmış sâf ve hâlis dostluk.”

Budur işte. Eğer dost olmak istiyorsanız, dost bulmak istiyorsanız alın size dosdoğru bir dostluk ölçüsü.

BESLENEN SAMİMİ MUHABBET VE SOHBET

Bir başka mevzu ise ülfet mevzuudur. Biz şimdilerde hem bu kelimeyi unuttuk hem de manasını. Ama Kınalızâde der ki: “Ülfet, bir taifenin (grubun) dinî ve dünyevî işlere bakışlarının, görüş ve fikirlerinin, itikatlarının mutabık ve uyuşma hâlinde olması sonucu, birbirlerine karşı beslemiş oldukları samimi muhabbet ve sohbettir.”

Buradaki her bir kelimenin kitapları dolduracak bir manası yok mu Allah aşkına. Üstelik bu ülfet tanımlaması tam da bizim teşkilat mensuplarının ihtiyacı değil midir? Aralarındaki muhabbeti ve sohbeti (karşılıklı sevgi ve dostluğu, ortaklığı) beslemek değil midir teşkilatçılık?

Ve İmam Gazâlî’den ülfetin şu dört sebebini aktaran Kınalızâde şöyle devam eder:

“Dış görünüşündeki iyilik ve güzellik, iç âlemindeki iyi ahlâk, yüksek akıl, büyük ilim veya şerefli olmakla, temel olarak iyi ve güzel olan, övülmüş vasıfları güzel bularak, sadece görmek ve müşahede ile, insanlardan tat almaktır muhabbet. Bu suretle ülfet ve sohbetin başka bir istifade gayesi yoktur.”

BAŞKASININ BAŞINA GELEN BELALARDAN AYNIYLA KEDER DUYMAK

Sonra “Vefa”ya geçer Kınalızâde: “Vefa: din, akıl ve örf yönünden kötü görülmeyen hususlarda herkesin hakkını korumaya dikkat etmektir.” şeklindeki bir girişten sonra: “Vefa sayesinde, insanlar arasında itidâle dayalı verimli işler gelişir, yardım kapısı açık olur. Vefakâr insanlar sözlerinde dururlar.” der.

Şimdi de meselenin bam tellerinden bir başka nokta daha vardır. O da: Şefkat diye ifade edilir. “Şefkat: Çevresindeki insanlara, belâ, musibet, hastalık, iflâs ve benzerleri gibi hoş olmayan bir olay isabet ettiği zaman, bundan müteessir olup o insanların, elemleriyle elemlenmek, dertleriyle dertlenmek ve onlara yardımcı olmaktır. Bunun aksi ise, merhametten uzak olmaktır ki, pek fena bir huydur.”

Şu örneği de verir Kınalızâde: “Evlâdının, çoluk çocuğunun, yakınlarının ve komşularının terbiyeli yetişmesini arzu edip, onları helake sürükleyecek çirkin davranışlardan, kötü amellerden koruma isteği de şefkat faziletinden doğan bir çeşittir.” Sonra da özellikle bugünün ana-babasını ta asırlar önce okumuşçasına kocaman bir “ama” ile devam eder:

“Ana ve babaların ‘aman yavrum yorulmasın, evlâdım üzülmesin, rahat etsin!’ diyerek, çocuklarını terbiyeden ve ciddî işler üzerinde çalışmaktan uzak kalışları, aslında şefkat eseri olmayıp, bir ihanettir.”

HER İNSANA İYİ NİYETLE VE SÂFİYÂNE DAVRANMAK

Kınalızâde’nin sıla-ı rahimine gelmeden önce bir adalet maddesini daha aktarmadan geçmeyelim, ondan sonra sıla-ı rahime gelelim. O da “Hüsn-ü kadâ” maddesidir. Kelime asılları itibariyle iyi karar verip doğru uygulama anlamına gelse de Kınalızâde bunu “Her insana karşı iyi niyetle, hikmetle ve sâfiyâne davranmak.” olarak tanımlar.  Bu da şu şekilde olur: “Din kardeşlerin ve diğer insanlara, en güzel bir surette davranarak, onların haklarını gözetmek, sonra da kimseyi minnet altında bırakmamak ve bu dürüst davranışlardan da hiçbir pişmanlık duymamaktır.”

SILA-I RAHİM AKRABALARLA SINIRLI DEĞİLDİR

Sıla-ı rahim denilince hep akrabalar akla gelir ya. Yanlış değildir. Lakin eksiktir. Zira, başta Kınalızâde olmak üzere Müslümanların önde gidenlerinin buyurdukları gibi sıla-ı rahim en önce akrabaların gözetilmesi, ziyaret edilmesi, hâl ve hatırlarının sorularak müşkillerinin giderilmesi ve gönüllerinin şenlendirilmesidir. Bununla birlikte “Sıla-i rahim İslam’daki din kardeşliğinin temellerinden biridir, büyük bir fazilettir, yüksek bir meziyettir. Sıla-ı rahim dairesi yalnız aile ve akrabalarla sınırlanmayıp, bütün Müslümanlara şamildir.”

Yazımı Kınalızâde’nin bu ifadesi ile bitirirken, Hindistan’ın önde gelen alimlerinden Muhammed Abdurrahman Mubarekpurî’nin (Mubarekfurî) sıla-ı rahimin nasıl yapılacağına dair şu tanımlamasını da aktarmadan edemeyeceğim. Zira bizler bazen her işimizi yüzeysel ve yavan yapmakla bitirip oturuyoruz. Şöyle diyor Mubarekpurî:

“Kısaca ifade etmek gerekirse sıla-ı rahim, akrabaya mümkün olan hayır imkânlarını sağlamak ve gücü yettiğince onları her türlü şerlerden uzaklaştırmak şeklinde olur.”