Kelimelerin İstihalesi, Değerlerin Değişimi

Kelimelerin İstihalesi, Değerlerin Değişimi

Zaman zaman burada, hatta bazen kendimin bile bildiğini sandığım, ama zaman içinde unuttuğum ya da anlam veremediğim kelime, cümle veya tabirleri aktarıyorum. Bu yazının başlığına bakarak, şimdi yine, bir zamanlar Türkiyeli Müslümanların zihin dünyasını oluşturan kelime ve cümlelerden alıntı yapmak istediğimi anlamışsınızdır. Kendime koyduğum kural gereği, her kelimenin veya her terimin bugünkü anlam veya kullanımını vermiyorum. Zira, biraz da bu konuları, bu kelime ve kavramları kavrayalım, istiyorum.

O zaman başlayalım.

Başlığın ilk kelimeleri, Ahmet Haşim’e aittir. Ahmet Haşim, açık sözlü, nüktedân yani esprili bir yazardır. Övüyor mu sövüyor mu belli olmaz. Yani nükteleri (esprileri) o espriyi okuyana göre anlam değiştirir.

Ahmet Haşim’de en çok sevdiğim yazı, hiç şüphesiz Gurebâhâne-i Laklakan ile birlikte Frankfurt Seyahatnamesi’dir. Fakat alıntı yaptığım yer ise Bize Göre kitabındandır. Hatırladığım kadarıyla yıllar önce Gurebâhâne-i Laklakan (Garip, yoksul, hasta leylekler yurdu) ile ilgili bir yazı yazmıştım.

Demek ki, şimdi sıra buraya geldi. Yeri gelmişken söyleyeyim, şu Frankfurt Seyahatnamesi’ne de bir ara değineceğiz. Ahmet Haşim’in Frankfurt’u ve Almanlarını yine onun espri dolu anlatımıyla okuyacağız.

LİSANLAR ÖLÜ YAPRAKLARI DÖKER AMA TAZE TAZE AÇAR

Üstat, Ahmet Haşim bir yerde “Hiçbir şey lisan kadar bir ağaca benzer değildir. Lisanlar, tıpkı ağaçlar gibi, mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Lisanın yaprakları kelimelerdir.” der ve noktayı koyar.

Sonra gelir, kelimelerin anlam istihalesine. Yani, kelimelerin anlamlarının nasıl da başka manalara dönüştüğüne. Ve dönüşümü (istihale) de “Üstat” kelimesi üzerinden anlatmaya başlar bize:

“Bir cemiyette ahlak ve âdetlerin ne suretle değiştiğini kelimelerin istihalesinde görmeli. ‘Üstat’ kelimesinin son senelerde aldığı mana, bu bakımdan, küçük bir tetkike değer!” dedikten sonra devam eder:

“Eskiden ‘üstat’, herkesçe tasdik edilmiş ehliyetlere verilen büyük bir pâyenin ismiydi. Üstat, dâhiden bir derece aşağıda idi: Üstat Ekrem, edebî mertebede Dâhi-i Âzam’ın arkasından gelirdi.”

Ahmet Haşim, Üstat Ekrem ile Recaizâde Mahmud Ekrem’i, Dâhi-i Âzam ile de Ahmet Hamdi Tanpınar’ı kasteder.

Bu arada, Recaizâde Mahmud Ekrem “Araba Sevdası” (yayım yılı 1898) romanı ile Ahmet Hamdi Tanpınar da “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” ile okudukça yeniden okumak istediğim iki üstattır, deme ihtiyacı duyuyorum.

İTİBARDAN DÜŞEN ÜSTATLIK

Bu iki esere de yine yeri geldiğinde değiniriz. Ama şimdi, bu yazıdaki konumuza geri dönerek, Üstat Ahmet Haşim’in, “üstat”ı tanımlamasından devam edelim.

“Üstat” der Üstat Ahmet Haşim, “Ehliyetin son olgunluk merhalesini ifade ettiğinden yaş, baş ve sakal mefhumlarını da içine alırdı. İhtiyarın saygı gördüğü, sakalın çenede çirkin görünmediği devirlerde, ‘üstat’ kelimesinin de utanılacak bir manası olamazdı.”

Öyle anlaşılıyor ki, ta Üstat Ahmet Haşim zamanında (1887-1933) dahi kelimeler öylesine anlam değiştirmiş ki, bir zamanların hürmetle ve muhabbetle anıldığı “üstat”la artık alay edilir olmuş.

Ve şöyle devam eder Üstat:

“Son senelerde, maddî hayat zevkinin istila edici bir şekil almasiyle, üstat kelimesinin de yavaş yavaş itibardan düştüğü görülür:

Bizde bu kelime, şimdi, yarı yarıya küçümseme ve alayı içine alan bir garip şaka lafzıdır. Üstat, okuyup yazmakla vaktini boşuna geçirmiş bir aptal ve bir bunağın sıfatı şeklinde manidâr bir tebessümle söylenir.”

Ahmet Haşim, üstat kelimesinden hareketle aynı zamanda soysal değerlerin de değişikliğe uğradığını şu cümlesi ile bitirir:

“Bu kelimenin macerası, birçok sosyal kıymetlerin etrafımızda nasıl değiştiğini gösterir.”

Yani istihaleye uğrayan sadece kelimeler değil, kelimeler ile birlikte o kelimenin ifade ettiği değerler de yok oluyor.

Neredeyse yüzyıl önce yazılmış olan bu ifadeleri bir de günümüze uygularsak acaba ne ile karşılaşırız diye düşünüyorum da… Ahmet Haşim gibi sosyal değişimi kaçınılmaz kabul eden, zamanının bazı sosyal değerleriyle alay edebilecek cüreti gösterebilen birisini dahi çileden çıkaran bu değişime, şimdilerde ne diyelim diye düşünmeden edemiyorum.

Ama eminim ki, eğer Üstat Ahmet Haşim, o zamandan beri şimdi yine aramızda olsaydı o nüktedân diliyle hepimize bir sövgü yazardı. Biz de onun ne demek istediğini anlamaz, sövgüsüne de zevkle gülerdik. Çünkü, hangi kelimenin, hangi manaya geldiğine ve hangi değeri ifade ettiğine kafa yoracak kafamız kalmadı.

Yine üstadın üstat tabiri ile söyleyecek olursak, her okuyan ve o okudukları da hayatını sürükleyen günümüz insanı olarak kendimizi “okuyup yazmakla vaktini boşuna geçirmiş bir aptal ve bir bunak” olarak algılamaz, aksine, dâhilerin dâhisi ilan ederdik.

Sizi bilemem ama ben şahsen öyle düşünüyorum.