Gıybet Üzerine: “Habislerden Bazıları Zekâlarını, İnsanların Gizli Ayıplarını Bellemeye Yöneltip, Kendilerinde Kemâl ve İftihar Edilecek Bir Hüner Sayarlar”

Gıybet Üzerine: “Habislerden Bazıları Zekâlarını, İnsanların Gizli Ayıplarını Bellemeye Yöneltip, Kendilerinde Kemâl ve İftihar Edilecek Bir Hüner Sayarlar”

Baştan söyleyeyim: Yazı başlığının bu kadar uzun olması da ne ola ki, diye sorarsanız, cevabım da: Maalesef ancak bu kadar kısaltabildim olacaktır. Yani, aslında daha da uzundu. İşin aslına bakarsanız başlığın uzunluğu değil, manası önemlidir. İlgili lafın sahibi de 1500’lü yılların ortalarında Osmanlı’nın en yüksek hâkimi olan Kazasker Kınalızade Ali Efendi’dir. Kınalızade Ali Efendi’nin asıl adı Alâüddin Ali bin Emrullah şeklindedir. İşte bu Kinalızade Ali Efendi bir ahlak kitabı yazmış ve adını da Ahlâk-ı Alâî koymuş. Kınalızade kendi isminde yer alan Alâuddin’in Alâ’sı ile Ali’sine nispetle veya mülhem olsa gerek ki, her ikisi de aynı manaya çıkıyor, “En Üstün Ahlak” manasına gelen ama bizzat kendisinin telif ettiğini de gösteren bir ahlak kitabı yazmış.

Kınalızade, sağolsunlar, ahlak alanında her kim bir şeyler yazdıysa hepsine de atıfta bulunmuş. Ki, bu alanda derli toplu ilk ahlak kitabı yazanlardan birisi de filozof Aristo’dur. Aristo, oğlu Nikomahos’a yazdığı “Nikomahos’un Ahlakı” diye de tercüme edilebilecek bir toplumsal davranış kitabı yazmıştır. Ki, ahlak, “Toplumsal davranış biçimleri” olarak da tarif edilebilir. Zaten, bu manaya gelecek şekilde Kınalızade kitabının bir Hikmet-i Ameliyye, yani, toplumsal davranışların hikmetini ve mahiyetini açıklamak amacına matuf olduğunu söylemiştir.

 FAZİLETLER VE REZALETLER

Bu yazımızda işte Ahlâk-ı Alâî kitabından özellikle “gıybet” bölümünden aktarmalar yapacağız.

Aristo, ahlaki davranışları tanımlarken, faziletler ve reziletler (rezaletler) diye birbirine zıt iki terim kullanmıştır. Faziletler övgüyü hak eden, rezaletler de sövgüyü hak eden davranışlardır. Birisine “rezil herif” denildiğinde o adamın faziletli olmadığı, dolayısıyla ahlaksız bir davranışta olduğu ifade edilmek istenmiştir.

Gelelim, Kınalızade’nin kitabındaki gıybet bölümüne. Diğer bölümlerde aynı olmak üzere ama bu gıybet bölümü daha da göze batar bir şekilde tam da günümüze hitap ediyor. Okurken “Be hey mübarek adam! Yahu tam da bu günümüzü, kelimesi kelimesine güzel bir şekilde taaa 500 sene öncesinden nasıl tarif edersin?” diye takdir etmeden duramıyor insan.

Şimdilerde kendisini faziletli, bir şeyler bilir zannedip de, rezaletlerini örtme çabasına giren bir sürü grup grup insan ortaya çıktı. Gıybetleri, ispiyonculuğu geçti. Bu ispiyonculukları ile tam da Kınalızade’nin tarif ettiği gibi, zekâlarını, insanların gizli ayıplarını bellemeye yönelttiler. Şöyle der Kinalızade taa 1500’lü yıllarda:

İSPİYONCULUK AYIP OLMAKTAN ÇIKTI

“Zamanımızda gıybet kadar yayılmıştır ki, âdeta ayıp ve ar olmaktan çıkmıştır. Bu çirkin huyların sahipleri bununla övünürler, iftihar ederler, ‘Bizim dilimizden korkmak gerek. Biz adamı dilimize aldıktan sonra işini tamam ederiz.’ derler. Hattâ bu habislerden bazıları kendilerine nasib olarak verilen zekâlarını, insanların gizli ayıplarını bellemeye yöneltip, hile ve tedbirle öğrenir, saklar; sonra da meclislerde değerli latifeler söylemek kabilinden bunları söyleyip kendisine büyük bir kemâl, iftihar edilecek bir hüner sayarlar.”

Kınalızade gıybeti: “Gıybet bir kimsenin işittiği takdirde incinme ihtimali olan şeyi söylemesidir.” şeklinde tarif ettikten sonra şu izahatı yapar:

“Gerek bedenine, gerek nesebine, yaratılışına, dinine, elbisesine eşya ve yiyip içeceklerine dair olsun. Söylediği şey o kimsede var ise gıybettir. Yok ise iftiradır.”

Kınalızade gıybetin sebeplerini de açıklar ki, bu konuya ilerideki yazılımızda devam etmek zorunda kalacağız. Aksi takdirde, gıybet denilen o pislik davranışın insanı nasıl yok ettiğini eksik bir şekilde anlatmış oluruz.

“Gıybetin sebeplerinden birisi kinini, gidermektir. Yani bir kimse bir kimseden incinmiş olur. Onun ayıplarını, kötülüklerini araştırıp yaymakla kinine ve gazabına şifa hâsıl edip, intikam almayı düşünür. Özellikle bundan başka bir yolla intikam alamayacağını bilince, bunu kolay bir yol olarak hayâl eder ve bu günahı işler.”

GİZLİ AYIPLARI YAYMAK VE KORKUTMAK

Sonra gıybetin bir başka sebebini anlatır Kınalızade: “Bir kimseden kendisine düşmanlık ve zarar geleceğini anlayınca o kimsenin ayıplarını anmaya başlar ki, o kimse işiterek bunun pisliğinden ve şirretliğinden korksun ve buna gerekli tazimi göstersin. Böylece düşmanlığından çekinsin. Bir mevkiye göz diken bir insanın, bir başkasının da aynı dünyevî mevkiye göz diktiği veya göz dikene yardımcı olduğunu sanınca, halk arasında onun gizli ayıplarını, yayarak, o kimseyi korkutup, mevkîye göz dikmeden veya gözdikene yardımcı olmaktan vazgeçirir. Bu gıybet bu nev’îdendir. Ve bu sebep, içinde yaşadığımız zamanda çok yaygındır. Zîra ekseri akran, kendilerindeki cehalet ve noksanlığı anlayarak, fazîlet, dindarlık mevkiinde ilerliyemiyeceğini anlayınca bu yola yönelir. Akran ve emsâl içinde bu sıfatla yayılmak isterler ki, kimse onlarla itişip kakışmasın ve mevkiye ulaşmak isteyen başkalarına yardımcı olmasın. Böylece hak etmedikleri mansıp ve mertebelere ulaşsınlar.”

Dedik ya, bu konu uzuuun ve uzadıkça da uzuyor. Yerimiz de dar olduğu için gıybet pisliğinin afetlerine gelecek sayılarımızda kaldığımız yerden devam edeceğiz.