Irkçılık.. Zihnî Geriliğin Tezahürü
- YAZARLAR
- 18 Kasım 2021
İnsanda aidiyet duygusu, henüz bebeklik dönemindeki aileye muhtaçlık aşamasında başlar. Kendi işlerini tek başına görememekten kaynaklanan ana-babaya bağımlılık hâli, aileye bağlılığa dönüşür. Yaşın ilerlemesiyle birlikte, çevrenin keşfine münasip düşen bir açılım gerçekleşir. Akraba, sülale, mahalle, şehir ve ülke olarak gelişen bir mensubiyet duygusu oluşmaya başlar. Bu durum, insanın sosyal gelişiminin doğal (fıtrî) bir sonucudur.
Belli bir akli mertebeye ulaşıldığında ise, mensubiyetin öznesini teşkil edecek ve ruhunu oluşturacak mefhumlar belirginleşmeye ve çeşitlenmeye başlar. Aidiyeti oluşturan birlik duygusunun dayanakları farklılaşır. En genel anlamda üç çeşit birliktelikten söz edilebilir; ilk olarak kan ve soy bağını esas alan etnik (ırk) birliktelik, ikinci olarak inanç ve ideal birlikteliğini ifade eden ümmetçilik ve son olarak âlem şümul (evrensel) bir kapsayıcılığı hedefleyen ve tüm insanlığı içinde barındıran insancıllık (hümanizm) fikriyatı.
Bu sıralama, aynı zamanda kişinin aklî gelişimine uygun düşmesi gereken ruhi seviyesini de göstermektedir. İlkel olandan medeni olana geçişte, kan bağına verilen önemin zaman içinde ruhi gelişime uygun olarak inanç birliğine evirilmesi kaçınılmazdır. İnanç birlikteliği, ki özellikle söz konusu olan İslam inancı ise, müntesiplerini nihai olarak ulaştıracağı seviye insanlığın birlikteliği anlayışı olacaktır. Tüm insanlığın ortak atası olarak Hz. Âdem’e yönelik işaret, insanın yegâne kaynağı ve varış yeri olarak bir olan Allah’ın (c.c.) hatırlatılması gibi hususlar, tüm insanlığın hayat denen denizde aynı geminin yolcuları olduğu bilincinin oluşturulmasına hizmet etmektedir.
Irkçılık, ümmetçilik ve insancıllık, aklî ve ruhi gelişimin basit olandan mükemmel olana doğru giden üç farklı aşamasıdır. İman ettiğimiz İslam dini, bireyi ve toplumu ulaştırmak istediği birlik seviyesi, iyinin, güzelin ve hayrın belirlediği ilke ve değerler çerçevesinde tüm insanlığı kapsamaktadır. Ferdin ihtiyaç duyduğu kudret, kandaki asalette değil, potansiyel olarak akıl ve vicdanda bulunan muhabbet, hakkaniyet ve merhamet duygusunda aranmalıdır.
İslam’ın sınırlı bir coğrafyanın dini olmaması ve cihanşümul (evrensel) bir karakter arz etmesinin en asli nedeni, insan denen varlığa yüklediği anlamdır. Bu anlam, Batı’nın yakın dönemde insanı önemseyen “Hümanizm” düşüncesinin çok daha üstündedir. İnsan, yaratılan varlıklar içerisinde, Allah’ın kendisine emanet olarak yüklediği tek varlıktır. Verilen emanet, yeryüzünde iyinin, doğrunun ve adaletin hâkim olması için gayret göstermektir. Emanetin sorumluluğu ve bilinciyle hareket etmek, insanı tüm mahluklar içerisinde en şereflisi kılmaktadır. Dolayısıyla, İslam’ın hitabı tüm insanlığadır ve teklifi tüm coğrafyaları kapsamaktadır. Yeryüzünde yaygınlaşan ırkçılık hastalığının da yegâne tedavisi, İslami şuur ve bilincin zihinlere nakşedilmesidir.