Günümüze Kadar Ulaşan Bir Cahiliyye Âdeti: Irkçılık

Günümüze Kadar Ulaşan Bir Cahiliyye Âdeti: Irkçılık

Sahâbîlerden Hz. Bilal siyahi bir köle idi. İslam’ın nuru için yanan, türlü türlü işkencelere maruz kalsa dahi davasından vazgeçmeyen bir mücahid idi. Bir gün Hz. Bilal ile Ebû Zer el-Gifari arasında bir tartışma gerçekleşmişti. Ebû Zer Hz. Bilal’in annesini siyahi olmasından dolayı ayıplamıştı. Bilal çok üzülmüştü bu duruma ve Efendimiz (s.a.v.)’e bu tatsız olayı bildirmişti. O zamanın cahiliye âdetlerinden biriydi ırkçılık.  Efendimiz Ebû Zer’i, Hz. Bilal’e söylemiş olduğu bu sözlerden ötürü  şöyle uyarmıştı: “Ebû Zer! Onu annesinden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sen, kendisinde hâlâ cahiliye(den) izler bulunan kimsesin.” ( Müslim, Eyman)

IRKÇILIK YAPAN BİZDEN DEĞİLDİR

Irkçılığı cahiliye adeti olarak belirleyen Peygamberimiz (s.a.v.) İslam’ın bu konudaki duruşunu açıkça göstermiştir. Irkçılık yapanın bizden olmadığına, cahilce hareket ederek dinin getirdiği kardeşlik anlayışına ters düşeceğini Efendimizin yukarıda belirtilen hadisinden öğrenmekteyiz.

Türk Dil Kurumuna baktığımızda benzer bir tanım görmekteyiz: “Irkçılık insanların toplumsal özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti, rasizm” diye tanımlanmaktadır. Asabiyyet insanlığı, ümmeti âdeta felakete götürecek bir anlayıştır. Bizler Kur’ân-ı Kerîm’i ve sünneti doğru anladığımızda bu zihniyetin karşısında yer almamız gerektiğini ve bu anlayışa götürecek düşünce, söz ve davranıştan uzak durmamız gerektiği bilinci ile yaşarız. Sadece kendi yaşayışımız ile kalmaz, aynı zamanda İslam’ın karanlık çağları aydınlatan nurunu gittiğimiz her yere taşımış oluruz. Önemli olan Müslümanlar’ın Kur’an ve sünnetin mahiyetini bilmeleri ve uygulamalarıdır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) diğer bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir.” (Ebû Davûd, Edeb) Bu hadiste de olduğu gibi, Efendimiz Müslüman’ın tutumunun açıkca nasıl olması gerektiğini bizlere hatırlatmakta ve Müslümanları uyarmaktadır.

ADALETİN SAĞLANMADIĞI TOPLUMLAR AYAKTA DURAMAZ

İslam’ın bir adalet anlayışı vardır. Adil olan kazanır. Adalet ile hükmedilmelidir. Adalet ile muamele yapan dinlenir, saygı görür. Sırf kendi akrabası, memleketlisi olduğu için haksızlığın, yolsuzluğun üstü kapatılmamalı. Kendi kültürünü, dilini, rengini, ırkını, kabilesini daha üstün görüp de kan akıtmak, adaleti bir kenara bırakmak Müslüman’a yakışan bir davranış değildir. Maalesef insanlık tarihinde bu tür örneklere rastlanmaktadır. Bu problemin kaynaklarından biridir adaletsizlik. Adaleti olmayan bir toplum ayakta duramaz ve ayrışır.  Adaletli bir toplumu inşa etmek için ahlak ve maneviyat gerekir. Ahlak ve maneviyatın yol gösterici değerler olduğunu idrak etmek için de akıl gerekir. Akıl, ahlak ve adalet; bu üç kavram kelimeden ibaret olmayıp yaşandığında toplumun dengesi sağlanmış olur.

İstanbul’u fetheden ve Peygamber övgüsüne mazhar olan Fatih Sultan Mehmet’in dediği gibi: “Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde, millet bölünür. Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür.”

İnsanlığa saadet getirmek için, toplumu bölmemek için, ırkçılık belasından kurtulmak için insanoğlu dil, kültür, renk farkı demeden daima adaletle hükmetmelidir. Tanışıklığı veya bir menfaati olmadan insanlık uğruna, refah uğruna, barış uğruna adaletli olmalı ve mazlumun sesini duyurmalıdır.

ÜSTÜNLÜK ANCAK TAKVADADIR

Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “Ey İnsanlar. Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışmanız için sizi kavim ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na itaatsizlikten en fazla sakınanızdır.” (Hucurat suresi,  49:13)

Kur’ân-ı Kerîm’de birçok ayette üstünlüğün sadece takvada olduğu vurgusu vardır. Kıyamet günü insanlar ırklarından veya soylarından ötürü muamele görmeyeceklerdir. Allah katında herkes eşittir. Yaptığımız veya yapmadığımız amellerden sorumlu tutulacağımız için kendini ırk, kültür, renk yönünden üstün görmenin aslında ne dünyada ne de ahirette fayda vermediğini insanoğlu idrak etmelidir. Nitekim bir ayette şöyle geçmektedir:  “Sûra üflendiğinde artık ne aralarında akrabalık bağları kalacak ne de birbirlerine soru sorabilecekler!“ (Mü’minun suresi, 23:101)

Bizlerde kendimizi sorgulayalım. Acaba birisinin memleketini, nerden geldiğini, ırkını sorduğumuzda zihnimizde ön yargılar mı beliriyor? Yüz ifademiz değişiyor mu? Karşımızda duran kişiyi bir kalıba koyup, o şekilde mi muamele ediyoruz? Aldığımız cevaba göre böbürleniyor veya kibirleniyor muyuz?

Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) ahlakıdır bize miras kalan. Mirasımıza sahip çıkarak hatırlayalım Efendimizin veda hutbesindeki söylediklerini:

“Ey İnsanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız birdir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.”