Gariplerin Gurbeti, Gurbetin Garipleri

Gariplerin Gurbeti, Gurbetin Garipleri

Bir önceki yazımızda “Gurbet Nedir ki, Sıla Sıla Olsun?” diye sormuş ve gurbet ile sılanın birbiriyle irtibatına değinmeye çalışmıştık. Fakat gurbetin, garabetin yani garipliğin daha pek çok manaları olduğuna işaret etmek zorundayız. Çünkü, gurbet ve gariplik, aynı zamanda büyük filozof ve tasavvufçuların da bizlere izah etmeye çalıştığı bir konudur.

Filozof ve tasavvufçulara hakikaten hayran olmamak elde değil. Belki söylediklerini, yazdıklarını kavramaktan uzak bir hâldeyiz; ortaya koydukları görüşleri garipseriz, ama, bu durum onlara hayran olmamıza engel olamaz.

İsterseniz bu yazımızda tasavvufçularla filozofların gurbet ve gariplikten ne anladıklarını birkaç misalleme ile aktaralım.

Mesela, tasavvufçular ve filozoflar, “İslam garip olarak başladı, sonu da yine başladığı gibi garip olacaktır. Gariplere müjdeler olsun!” şeklinde meşhur olan hadisi öylesine ilginç yorumlarlar ki, hayran olmamak elde değildir.

Kitaplarda tasavvufçuların garibin kim olduğuna dair yorumları aktarılırken 4 çeşit garipten bahsedilir. Vatanından ve ailesinden uzak olan kişi garip olduğu gibi, garip, aynı zamanda, maddî hallerinden uzaklaşıp (fakd, kaybetme hâli,) manevî halleriyle baş başa kalan (vecd, bulma hâli) kimsedir. Öte yandan daha önce işlediği kötü amelleri terkedip bunun zıddı olan iyi amelleri yerine getiren kimse de gariptir.

Garip, Varlıklardan Uzaklaşıp Manevî Haliyle İlgilenen Kimsedir

İşte bu üç sınıfın yanında bir de dördüncü sınıf garip vardır ki, tam da tasavvuf ehlinin ermeye çalıştığı gariplik budur.

O da varlıklardan uzaklaşıp sadece kendi manevî hâliyle hemhâl olan kimsedir. Tasavvufçulara göre, bu tür bir gurbeti yaşayan ilk insan Hz. Âdem’dir. Hz. Âdem, asıl vatanından alınıp gurbet ve günah yeri olan dünyaya gönderilmiştir. Onun birinci gurbeti dostundan ayrılması, ikincisi cennetten ayrılması, üçüncüsü ise eşinden ayrılmasıdır.

Garip, Kalbini Sadece Allah’ı Zikir İle Dost Eder

İnsanı hayrete düşüren bir başka garip tanımlaması da kalbin sadece Allah’ı zikir ile dost kılınmasıdır. Burada zikrin bizzat kendisi gurbettedir. Çünkü, insanların çoğu Allah’ı anmaktan uzak durdukları için zikrin kendisi de bir gurbet hali yaşar.

Sûfî de garip olduğuna göre, insanların zikirden uzak durması sebebiyle garipleşen zikir ile dostluk etmek gerekir. Ayette, kalplerin anca zikirle tatmin olacağı bildirildiğine göre, kalp ancak böyle bir gariplikle huzura kavuşur.

İkincisi ise Tevhîdî sonrası kendisine yakın bir dönemde yaşamış olup gurbet kavramını ilk defa manevî bir makam olarak velâyet bahsinin altında ele alan Hâce Abdullah Herevî’nin (ö. 481/1089) Menâzilü’s-sâirîn isimli eseridir. Yukarıda ele aldığımız Edebü’l-mülûk’tan farklı olarak Herevî bu eserinde 11/116. ayeti esas alarak gurbet konusunu manevî bir makam olarak işlemektedir.

HAYAT | 2 Temmuz 2021 Gurbet Nedir ki, Sıla Sıla Olsun? 2 Temmuz 2021

Garip, Toplumun Fesadına Karşı Çıkan Kimsedir

Hâce Abdullah Herevî (ö. 481/1089) ise  Hûd suresinin 116. ayetinden hareketle garipliğe yani, gurbette olma hâline sosyolojik bir tanımlama getirmiştir.  O, ayette “Sizden önceki nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya! Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız pek az kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise içinde şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve günahkâr kimseler oldular.” (Hûd suresi, 11:116) buyurulur.

Herevî’nin bu ayetten hareketle tanımladığı gurbet, toplumun bozgunculuğuna karşı çıkan ve bozulmasını onaylamayan kişilerin hâlidir. Zira bu gurbet, bozulmuş bir toplumda sâlih ameller işlemeyi, cahil bir toplumda ilim sahibi olmayı, iki yüzlü bir toplumda dosdoğru olmayı gerektirir.

Garip, Cahil Toplumdaki Fazilet Sahibidir

Şu bizim Ebu Nasr Muhammed el-Fârâbî var ya, hani, kısaca Fârâbî diye bildiğimiz meşhur filozof. O da, garibi tarif ederken mutasavvıflara yakın bir tanımlama yapar. Bu durumda Fârâbî için gariplik veya gurbet, cahil bir toplumdaki, adalet ve fazilet sahibinin hâlidir.

Fârâbî, bu tanımını el Medinetu’l Fâdıla isimli eserinde yapar. Eser, Türkçeye, “Erdemli Şehir” olarak aktarılsa da tıpkı Diyalektik Materyalizm’in “Eytişimsel Özdekçilik” diye aktarılmasına benzer şekilde mana kaybına, daha doğrusu manasızlığına uğrar. Zira, Fârâbî’nin Fâdıla’sı erdemin, Medine’si de şehrin çok çok çok ötesinde derin ve ufuk açıcı manalar ifade eder. Bunun için, daha önce ıstılahların anlam kayıplarına dikkat çektiğimiz önceki yazılarımızı tekrar ilginize arz etmek de isterim.

Fârâbî’ye göre “Erdemli kişiler, erdemli bir şehirde erdemli insanlar tarafından yönetilmezlerse ve dağınık yaşarlarsa bu durumda erdemli insanlar ‘gurbet’e maruz kalırlar ve ‘garîb’lerden olurlar. Bundan dolayı erdemli olan kişinin bozulmuş siyasetten uzak durup faziletli insanların yaşadıkları bir şehre hicret etmesi gerekmektedir. Eğer böyle bir imkânı yoksa o zaman erdemli insan garîbtir, kötü bir yaşamı vardır.”

Zaragoza’lı garip filozofumuz İbn Bâcce de buna benzer bir düşüncededir. İbn Bâcce’ye göre erdemli bireyler, bozuk toplumda gariptirler ve kalabalık içinde yaşasalar da, tek başına (mutevahhid) kalmışlardır. Bu da onların gurbetidir.

Hem filozof hem de mutasavvıf olarak önümüze geçip yol gösteren Ebu Hayyân et-Tevhîdî de garipliği ve gurbeti derinlemesine inceler. Eğer siz de Tevhîdî’nin, gurbet ve gariplikle ilgili ne düşündüğünü merak ediyorsanız aşağıdaki makaleyi derinlemesine okumanızı tavsiye etmekle yetiniyorum.

Gurbetiniz, hayırlı; garabetiniz bereketli olsun!

(Kaynak: Mehmet Yıldız, Ebu Hayyân et-Tevhîdî’nin Düşüncesinde Gurbet ve Garîb Kavramları. Journal of Islamic Research. 2021;32(2):256-73)