Tevekkül – Hakka Teslimiyet, Haksızlığa Başkaldırıdır

Tevekkül – Hakka Teslimiyet, Haksızlığa Başkaldırıdır

Toplumsal muhayyilede tevekkül, hayatın akışı içerisindeki zorluklar karşısında bir kabullenmişliği ve boşvermişliği çağrıştırmaktadır. Olaylar, meseleler ve fikirler karşısında, aktif değil pasif bir duruş olarak kabul edilmektedir. Şahsi etkinliği yok eden, etken değil edilgen bir tavır alışın kavramsallaştırılması diye anlaşılmaktadır. Yeryüzünde adalet ve merhametin tesis edilip, dünyanın barış ve huzurla yaşanabilir bir mekâna evirilmesi için ortaya konacak mücadele azmini yok eden bir duygu şeklinde algılanmaktadır. Oysa İslam’ın bireylere teklif ettiği tevekkülün anlam ve mahiyetine baktığımızda, karşılaşılan tablonun çarpık ve anlam çizgilerinin eğreti olduğu ortaya çıkmaktadır.

TEVEKKÜL GÜVENMEKTİR

Sözlüklerden “güvenmek” anlamına gelen “vekl” kökünden türediğini tespit ettiğimiz tevekkül, “birinin işini üstüne alma, birine güvence verme; birine işini havale etme, ona güvenme” manasına gelmektedir. İslami bir terim olarak ise, genel hatlarıyla “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesi” şeklinde tanımlanmaktadır. El-Vekil (güvenilen, dayanılan) ismine de sahip olan Mevlamızın, insanlığa hem dünya hem de ahiret için rehber olarak gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm’de, konuya dair birçok ayet bulunmaktadır.

Yüce Peygamberimiz’in karakter özelliklerinden hilm sahibi (yumuşak ve merhametli) olmasının faydasına ve sonrasında ise verdiği kararında sebat ederek tevekkül etmesine değinilen ayet buna güzel bir örnek teşkil etmektedir; “Allah’ın rahmeti sayesinde onlara karşı yumuşak oldun. Şayet kaba, katı kalpli biri olsaydın etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlar için bağışlanma dile, işlerinde onlarla istişare et. (Bir konuda) karar verdiğin zaman Allah’a tevekkül et. (Ve onu uygula. Çünkü) Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmran suresi, 3: 159).

MÜMİN MÜTEVEKKİLDİR

Kur’an’ın inşa etmeye çalıştığı müminin şahsiyet özellikleri zikredilirken, vurgulanan en önemli hususiyetlerden birisi de şüphesiz ki mütevekkil olmasıdır: “Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığında kalpleri ürpertiyle titrer, O’nun ayetleri okunduğunda imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.”  (Enfâl suresi, 8: 2). “O (hicret ehli) ki; sabreder ve Rablerine tevekkül ederler.” (Nahl suresi, 16: 42). “De ki: “Allah’ın yazdığından/takdir ettiğinden başkası başımıza gelmez. O, bizim Mevlamızdır. (Öyleyse) müminler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (Tevbe suresi, 9: 51).

Söz ve eylemleriyle insanlar için rol model olan ve güzel bir örnek teşkil eden, başta Hz. Muhammed (s.a.v.) olmak üzere tüm peygamberlerin ortak vasıflarından biri de, kuşkusuz ki Allah’a güvenip dayanmalarıdır. Kur’an’da bizlere bildirilen Hz. Nuh’un kavmiyle olan diyaloğu, bunun bariz göstergelerindendir. “Onlara Nûh’un kıssasını da oku! O, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Eğer benim aranızda bulunmam ve Allah’ın âyetlerini bildirmem zorunuza gidiyorsa, bilin ki ben yalnız Allah’a dayanıp güveniyorum; siz de ortaklarınızı toplayıp ne yapacağınızı kararlaştırın, yapacağınız iş içinizde niyet olarak kalmasın ve bana mühlet de vermeden yapacağınızı yapın.” (Yunus suresi, 10: 71).

Hz. Nûh’un uzun bir süre tebliğine kulak vermemekte direnen toplumuna karşı ortaya koyduğu cesaret dolu üslûp ve tavır, Rabbine olan güveni göstermektedir. Zaten o sebeple Hz. Nuh, “Ulü’l-Azm” yani “yüksek azim ve sebat sahibi” peygamberlerden biri olarak kabul edilmektedir. Kavminin kendisi hakkında sahip olduğu kötü niyetleri sezmiş, lakin Allah’a güveni sebebiyle zerre miskal bir korku emaresi göstermemiştir. Hatta daha da ileri giderek, âdeta “elinizden geleni ardınıza koymayın!” demiştir.

“ÜZÜLME, ALLAH (C.C.) BİZİMLE BERABERDİR!”

İyinin, güzelin ve doğrunun hâkim olması için mücadele ederken, sahip olunması gereken azim ve gayretin zirve örneğini, risalet hayatının bütününde muhakkak ki efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) göstermiştir. Hele ki, hicret sırasında müşriklerin takibinden endişelenen yol arkadaşı Hz. Ebû Bekir (r.a.)’e söylemiş olduğu ve Tevbe suresi 40. ayette geçen o muhteşem söz: “La Tahzen İnnallahe Meana”. Yani, “Üzülme, Allah (c.c.) bizimle beraberdir!” cümlesi. Kıyamete değin, Müslümanların azim ve gayretlerine vesile teşkil eden bir parolaya dönüşmüştür. Mümin, sonsuz kudret sahibi olan Allah’ın kendisiyle beraber olduğu inancına sahipse, dünyanın karşısında olmasını hiçbir surette önemsemez. Hak olarak bildiği yolda, vakar ve izzetle yürümeye devam eder. Çünkü ona, tüm âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) yoldaşlık etmektedir.

Hakk’ın zihinlerde ve gönüllerde hakimiyetinin tesisi için ortaya koyduğu gayretin yanına, hiçbir korkuyu yaklaştırmaz. Tehditlere prim vermez ve dünya ile korkutulamaz. Rezzak olan Mevla’sına tevekkül eder ve rızık endişesi taşımaz. Bu meyandaki şu ayete, tüm hücrelerine sinecek biçimde iman eder; “Ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse O, kendisine yeter. Şüphesiz ki Allah, (dilediği) emrini yerine getirecek olandır…” (Talak suresi, 65: 3)

Geçmiş âlimlerimiz, tevekkülün kulun kendi gücünü aşan hususlarda işin sonunu Allah’a havale etmesi olduğunu söylemişlerdir. Tevekkül ehli mümin, eylemlerine sonuç değil görev merkezli yaklaşmaktadır. Farklı bir biçimde ifade edecek olursak, kendisini zaferden değil seferden sorumlu hissetmektedir. Zaten, Allah’tan başka galip olmadığını bilir ve başarısının kriterini sergileyeceği azim ve gayret olarak görür. Dolayısıyla, tevekkül etmek toplumsal hayatımızda bir uyuşukluk ve eylemsizlik değildir. Adaletsizliğe ve zulme karşı başkaldırmaya duygusal destek sağlayıp inancımızı pekiştirecek, moral ve motivasyon sağlayacak bir hal ve tavırdır. Hak Teâlâ günümüz Müslümanlarına, üzerlerindeki ölü toprağını atacak ve toplumsal hayata aktif katılımı sağlayacak tevekkül anlayışını yine ve yeniden kazandırsın.