Namaz Müslümanlığın İzharıdır

Namaz Müslümanlığın İzharıdır

Arapçada “salât” kelimesi ile ifade edilen ve en büyük bedenî ibadet olan namaz, bir hadîs-i şerifte de zikredildiği gibi dinimizin direğidir. Peygamber Efendimiz (a.s.) şöyle buyuruyor:

“İşin başı İslam, direği ise namazdır.”[1]

Bizim namaz diye bildiğimiz “salât” kelimesi “dua, hayırla dua” anlamlarına gelir. Dinimizde ise, tekbir ile başlayıp selam ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadet; Allah’a karşı tesbih, tazim ve şükrün ifadesidir. Farz bir ibadettir. Farz oluşu Kur’ân-ı Kerîm, Peygamberimizin sünneti ve Müslümanların icmaı (söz birliği) ile sabittir. Hicretten önce

Miraç Gecesi’nde farz olmuştur. Onlarca ayette namaz ibadetinden bahsedilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir: “Bütün namazları ve orta namazı muhafaza edin ve Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun.”[2]

“Şüphesiz namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.”[3]

Namaz hakkında ifade buyurulan birçok hadîs-i şerif bulunur. Hz. Ömer anlatıyor: “Bir gün Allah Resulü’nün yanında idik. Beyaz elbiseli, siyah saçlı bir adam çıkageldi. Üzerinde yolculuk izi yoktu, ama hiçbirimiz kendisini tanımıyorduk. Hz. Peygamber’in önünde diz çöküp oturdu. Dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de Allah Resulü’nün dizlerinin üzerine koyup sordu: ‘İslam nedir? Bana anlat.’ Allah Resulü cevap verdi: ‘İslam Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna inanman, namaz kılman, zekât vermen, ramazan orucunu tutman, gücün yeterse hacca gitmendir.’”[4]

Namaz, bütün semavi dinlerde ve bütün peygamberlerden de istenen bir ibadettir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm de Lokmân suresi ve İbrâhim suresinde bunlardan bahsedilmiştir.

Yukarıda zikri geçen hadislerden Cibril hadisi diye bilinen hadiste Resûlullah (s.a.v.) İslam’ın şartlarını sayarken ilk önce kelime-i şehâdeti, sonra namazı sayıyor. Buradan anlıyoruz ki namazsız bir Müslüman olamaz. Bundan dolayı fıkıh kitaplarımızda, sabah Müslüman olan bir kişinin öğle namazına kadar namazı öğrenmek zorunda olduğu ifade edilir.

Namaz, Kılanı Yüceltir

İslam ile şereflenen bir kişi vakit geçirmeden namazı öğrenmeli; kurtuluşa, felaha çağıran ezanın çağrısına hemen cevap vermelidir. Çünkü kişinin namazı onun Müslümanlığının ispatıdır. Bir insan hayata veda ettiğinde eğer cami cemaatine devam eden biriyse onun Müslüman olduğuna şehadet edilir.

Namaz, namaz kılan insanı yüceltir, onu âdeta melekleştirir. Çünkü namaz, bütün yaratıkların muhtelif ibadet şekillerini içinde toplar. Dolayısıyla kâinatın ibadet modelini oluşturur.

Kâinatın süsü Güneş, Ay ve yıldızlar daima hareket ederler ve bu hareketlerini sürdürürler. Müslümanlar da namazlarıyla bu hareketi tekrar ederler. Dağlar ayakta dururlar; Müslüman da namaza ayakta dikilerek başlar. Buna kıyam denir.

Hayvanlar daimî olarak eğilmiş durumdadırlar; namazın ikinci hareketi, eğilmektir; yani rükû. Ağaçlar ve diğer bitkiler besinlerini ağız vazifesi gören kökleriyle alırlar, bir bakıma daimî secde hâlindedirler. Namaz kılan Müslüman’ın üçüncü hareketi şerefli alnını yere koymaktır; yani secde. Çaylar, ırmaklar ve nehirler geçtiği yerleri yıkarlar, tertemiz ederler. Müslümanlar ise namazdan önce abdest alırlar veya guslederler. Hem maddi hem de manevi olarak tertemiz olurlar.

Hayvanlar da Allah’ı zikreder

“Görmez misin ki, göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kanat çırpıp uçan kuşların Allah’ı tesbih ettiklerini? Her biri kendi tesbihini ve duasını bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir.”[5]

Bu ayette ifade edildiği gibi gökyüzünde uçuşan kuşlar nasıl Allah’ı tesbih ederlerse namaz kılan Müslümanlar da öyle Allah’ı tesbih etmiş olurlar. Bugün yeryüzünün dört bir yanında hiçbir saat yoktur ki, Allah’a ibadet edilmemiş olsun.

Bundan dolayıdır ki, cemaatle namazların kılınması deha efdaldir. Hem de sevabı katbekat ziyadedir. Nitekim Resûlullah (a.s.) cemaatle kılınan namazın tek başına kılınan namazdan 27 kat daha üstün olduğunu ifade buyurmuştur. [6]

Büyük sufi Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, Huccetullâhi’l-Balîğa eserinde namazın sırlarından bahsederken şöyle der: “Bil ki, insan bazen, bir şimşek gibi kısa bir an içinde mukaddes bir makama (ilahî huzur) götürülür ve kendini mümkün olan en büyük bağlılıkla Allah Teâlâ’nın eşiğine girmiş bulur. Orada bu insan üzerinde Allah’ın kudret ve sırrı görülür (tecelli). Bu tecelliler onun ruhuna hâkim olurlar. Orada beşer, lisanının ifade etmekten âciz kalacağı şeyleri görür ve hisseder. Şimşek gibi gelip geçen bu hâli müteakip, insan önceki hâline döner ve vecd hâlinin kaybolmasından dolayı kendi kendine elem duyar. Bunun üzerine kendinden kaçmış bu hâle tekrar erişmeye gayret eder.”

Bilindiği gibi beş vakit namaz, Müslümanlara Hz. Peygamber’in miraç hediyesidir. Süleyman Çelebi de meşhur Mevlid’inde buna şöylece işaret eder:

“Sen ki, mirac eyleyüb ettin niyaz

Ümmetin miracını kıldım namaz.”

Bunlar boş sözler değildir.Kulun namazda huşuya ermesi için helal lokma yemiş olması, abdest sırasında gafletten uzak durması, ilk tekbiri alırken kendini huzurda bilmesi, namaz dışında da Hakk’ı asla unutmaması yani namazdaki huzur, sükûn ve masiyetten uzakta durma hâlini namazdan sonra da devam ettirebilmesi gerekir.

Anlatılır ki, Hz. Ömer yaralanmış, sonra da bayılmıştı. Bir ara gözlerini açınca, sahabe-i kiram “Güneş doğmak üzere. Sabah namazını kılmayacak mısın?” diye sordular. “İnsanlar namazı kıldılar mı?” dedi. “Evet kıldılar.” denildi. Kendisi alelacele “Namazı terk edenin İslam’dan hiçbir nasibi yoktur.” dedi ve namaza durdu. Hâlen yaraları  kanamaya devam ediyordu. [7]

 

 

 

Erkam sohbetleri, PLURAL Publications, 2021

[1] Tirmizî, H. No: 2616; İbn Mâce, H. No: 3973

[2] Bakara suresi, 2:238

[3] Nisâ suresi, 4:103

[4] Müslim, İman, 13

[5] Nûr suresi, 24:41

[6] Buhârî, Ezan, 30, 31; Müslim, Mesâcid, 249,

[7] İbn Sa’d, Tabakât, 3/350