Özgürlük Nedir? Mahkûm Kimdir?
- HAYATSürmanşet 1
- 10 Haziran 2021
Özgürlük kelimesinin sırrı, kelimenin fonetiğinde veya morfolojisinde değil, zihinlerde oluşturduğu anlamda yatmaktadır. Sıkışıp daralmamayı, hapsolmamayı, mahkûm kılınmamayı, iradenin kısıtlanmamasını, genişliği ve ferahlığı çağrıştırır. Kişinin dilediğini, arzu ettiği biçimde yapmasını ifade eder. Zincirlerden kurtularak, serbest hareket etme imkânına sahip olmayı tasvir eder. Ama özgürlük, en çok da boyunduruk altında olmamayı ve muhtaçlıktan azade bir şekilde kendi ayakları üzerinde durmayı anlatır.
İnsanla ilgili bir kavram olan özgürlük, insanın toplum, hukuk, siyaset, iktisat, çevre ve din gibi çok geniş bir alanla ilişkisine dairdir. O sebeple, tek bir özgürlük tarifi yapmak imkânsızdır. Ancak yine de en genel anlamda, insanın arzu ve taleplerini kendi aklı ve iradesine göre belirleyebilme, değiştirebilme ve uygulayabilme olanağına sahip olduğunu hissetmesidir diyebiliriz. Bu tanımlamanın dikkat çeken yönü, fiili gerçeklikten ziyade hissiyatı merkeze almış olmasıdır. Ve duygular dünyası, aldatıcı olabilmektedir.
ÖZGÜRKEN ESİR, ESİRKEN ÖZGÜR OLMAK
Konumuzla ilgili bu durum, şu anlama gelebilmektedir: Özgür olup kendimizi esir veya esirken kendimizi özgür sayabiliriz. Bütün mesele, hissiyatımızın sınırlarını ve içeriğini belirleyen pencereden gördüğümüz manzaranın anlamlandırılmasıdır. Mesela, hapishanedeki bir mahkûmun penceresinden gördüğü dikenli tellerle çevrili duvar, onun özgürlüğe kavuşmasına engel teşkil ettiği yargısını oluşturur. Aynı mevcut duvar, bir başka mahkûm açısından gerçek anlamdaki varoluşsal özgürlüğüne engel teşkil eden yozlaşmış toplumsal bünyeden ve ilişkilerden kendisini uzak tutan bir korunak olarak görülebilir. Hakikatimizi belirleyen asli unsur, anlamdır. İşte tam bu sebeple, insan söz konusu olduğunda, mana maddeye galip gelmektedir. Ve mana ile maddenin bitmez mücadelesinin sonucunu belirleyecek olursak; şairane bir üslupla “Galiptir bu yolda mağlup” sözünü zikretmekten bizi kimse alıkoyamaz.
ÖZGÜR HİSSETMEYEN MUTLU OLAMAZ
İnsan, doğası (fıtratı) gereği, özgürlüğe meyyal yaratılmıştır. Hatta kimi medeniyet tarihçileri, insanlığın ilerlemesini bu mefhumla açıklamaya çalışmışlardır. Tüm icat ve ilerlemelerin, insanı saran iklim ve doğa şartlarının zorluğundan kurtulmak için gerçekleştirildiği bile iddia etmişlerdir. İnsanlar ve toplumlar arası ilişkileri, efendi ve köle rolünün zıtlığından kaynaklanan hadiseler olarak izah etmek isteyenler olmuştur. Bu çeşit mübalağalı ve nedenselliği tek bir argümana indirgeyen teorilerin, insanın zihinsel ufkunu daralttığı düşüncesindeyim. Yine de, özgürlüğün insanlık tarihindeki özgül ağırlığını hatırlatması adına, burada zikredilmeye değerdir. Psikolojik zaviyeden değerlendirdiğimizde ise, mutluluğa kavuşmanın gerekli şartlarından birisi de, hiç kuşkusuz özgürlük hissini şüpheye yer bırakmayacak şekilde tüm berraklığı ile yaşamaktır. Sağlıklı bir bilince sahip hiç kimse, özgür olduğu hissiyatına sahip olmadan, hakiki anlamda mutlu olamayacaktır.
Her ne kadar, fıtratımızda özgürlük arzusu mevcut olsa da, doğuştan bizlere “verili” olarak lütfedilmemiştir. Verili olan ve bize yaratan tarafından bahşedilen, özgürleşme imkânıdır. Hürriyet duygusu, geliştirilmeye veya geri bırakılmaya açık bir yetenektir. Bu yeteneğin gelişimi, elbette talim ve terbiye ile sahip olunacak bir şuurlanmaya muhtaçtır. Mevzu ile ilgili şuurun göstergesi ise, doğru bir özgürlük anlayışına sahip olmaktır.
Günümüz toplumlarının değerlerini küresel düzeyde etkileyen liberal dünya görüşünün, insanlığa adeta dayattığı özgürlük anlayışının, iki asli yönü mevuttur. İlki, insanın kendi irade ve isteklerine göre karar alması ve buna güç yetirecek durumda olmasıdır. Diğeri de, insanın üzerinde hiçbir otorite ve etkiyi kabul etmeyip, tamamen aklını ve güdülerini merkeze almasıdır. Yani, dilediği gibi serbest olarak yaşamasıdır.
Özellikle zikrettiğimiz ikinci tanımlama, geleneksel değerlerin belirlediği ahlaki umdelerden koparak, insanın heva ve hevesini belirleyici unsur ve otorite hâline getirmiştir. Âdeta Kur’an’ın “Heva ve hevesini, kendisine ilah edineni gördün mü?” (Furkan suresi, 25:43) diyerek tarif ettiği, nefsinin arzularına mahkûm olmuş bir sözde özgür insan tipolojisi ortaya çıkmıştır. Dürtüleriyle hareket eden ve güdülerinin boyunduruğuna girmiş bulunan insan, ulvi olan hiçbir otoriteyi yol gösterici ve sınırlayıcı bir güç kabul etmeyerek, kendisinin hürriyete kavuştuğu hayaline kapılmıştır. Gerçekte ise, tümüyle nefsinin emrine girmiş ve âdeta hevasına hapsolmuştur.
ÖZGÜRLÜK MANİFESTOSU: KELİME-İ TEVHİD
Oysa, insanın dünya ve ahiret mutluluğunu hedefleyen İslam, hayatın her alanında insanın hakiki anlamda özgürlüğe kavuşmasının yollarını göstermiştir. Dinin en asli şiarı olan tevhid ilkesi dahi, insanı tümüyle özgürleştirme imkânını kazandırmaktadır. Kelime-i tevhid, yeryüzünde bugüne değin beyan edilmiş en büyük özgürlük manifestosudur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ı yegane İlah olarak kabul etmek, O’ndan gayrı hiçbir şeye boyun eğmemek, kişiyi gerçek özgülüğüne kavuşturmaktadır. Allah’ı rab ve ilettiği mesajı hayat rehberi olarak kabul etmemek ise, en başta bizi nefsimize kul ve köle kılmaktadır. Ki o nefis, Kuran’ın ifadesiyle; “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yusuf suresi, 12:53)
Sonuç olarak, şunu rahatlıkla ifade edebiliriz; İslam’ın ilke ve değerlerini hayat nizamı olarak belirleyen insan, öncelikle nefsinin memuru değil amiri olur. Nefsinin mahkûmu olmaktan kurtulur. Günümüzün modern anlayışları çerçevesinde özgürlük arayışına girenler ise, bitmez ve tükenmez olan şehvetlerinin esiri olurlar. Sahte özgürlükler peşinde bir ömür harcarlar ve nihayetinde fani olan dünyaya kendilerini mahkûm kılarlar.
Hak Teala, bizleri dünyanın aldatıcı zevklerine hapsolmuş bir hayat sürmekten korusun. Zatının yüceliğine şahit kılarak, kâmil manada özgürlüğe kavuşan kullarından eylesin.