İlim, İrfan ve Hikmet Yolculuğu
- HAYATSürmanşet 2
- 15 Mayıs 2021
İlim; ispatlanabilir önermeler silsilesi, eşyanın bilgisinin zihne nakli, nazar ve istidlal yolu ile öğrenebildiğimiz her tür bilgi. Bizleri gizlilikten ve kapalılıktan kurtarabilecek bir mefhumdur, bitmek tükenmek bilmeyen bir hazinedir. İlmi, salt olarak, vasıtasız bir yolla, bir delil ışığında ya da bir laboratuvar ortamında elde edebilirsiniz. İlmin değerli olabilmesi, üst üste yığılmış zihin kalabalıklarından kurtulması ve bir Müslüman için dünya ve ahiret açısından faydalı hâle dönüşmesi için daha derin ve ince bir safhaya ihtiyacı vardır ki, zihin pratiğe dönüşmemiş bilgi hamallığından kurtulsun, kişi gönlünü tatminkâr kılsın, olayların ve eşyanın arka planına basiret nazariyle bakabilsin; kitabi ifadeyle “kitap yüklü merkep”[1] olmaktan çıkıp, itaate, amele, hayra ve hakikate yönelsin!
Bu çeşit bir okuma yapan kişi kainattaki her zerreyi Yüce kudretin eseri, takdiri, varlığının hikmeti sayar ve dış âlemdeki tüm varlıklar üzerinde kapsamlı ve derin bir tefekküre dalar. İşte burada ilim yolculuğu artık irfana dönüşmüş, kaynakları ise akıl, duyu organları ve haber iken, keşif ve ilham olmuştur. Gâzâli; irfanı “Allah’ın kulunun kalbine attığı bir nurla kulun daha önce isimlerini bildiği şeyleri açık seçik görmesi”[2] olarak tanımlamış. Buna göre marifet sırf bir lütuf olarak Allah’ın kuluna verdiği bir ışıktır. Bu noktada kalpteki hayret ve huşu artar, manevi bir tecrübe ile birlikte gelen vecd, feyz ve huzur hasıl olur ki bu hâl ilmin irfana dönüşünün belirtisi olur.
BİLME YOLCULUĞUNDAKİ İRFAN EHLİ
İrfan sahibi kişi odur ki, Allah ona enfüste ve afakta kendisini dolaylı olarak tanıtmış, bilme yolculuğunda oldukça parlak bir nur elde etmiştir. Bu nurun bir ucu vehbi olsa da bir ucu kesbidir. “İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder”[3] âyet-i kerîmesi ile anlıyoruz ki, akli ve nakli yollarla çalışarak, didinerek, mücahede ederek kazanılmış ve bu ilimle amil olan kullar, irfan derecesine daha yakın olabilir. Kainattaki tüm zerrelere Allah’ın kudretinin ve yüceliğinin nişanesi olarak bakan kişiye, yine Allah tarafından irfan, lütuf ve hibe edilecektir. Bu da kalbin ilahi sırlara vakıf olması demek olan “Hikmet”e doğru kutlu bir yolculuktur.
HİKMET EHLİ AKLI SELİM
Hikmet, varlıkların mahiyeti ile ilgili hükümleri çözme, sebep-sonuç bağlantılarını kurma ve buna göre hareket etmesini bilme demektir. Bu manada dünyevi her türlü ihtiras ve nefsani arzulardan uzaklaşmayı ifade eder. Çünkü bunlar, ruhun derinleşmesini engelleyen yegane bir zincir olarak görülmüştür. Hikmet ehli, akıl kuvvesini her türlü aşırılıktan uzak tutarak istikamet üzere olmayı amaçlar ki buna akl-ı selim denilir. “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.”[4] âyet-i kerîmesi gösteriyor ki hikmet, kainatın kitabını okuma bilgisinin yanında, bu bilginin değerini ve sevgisini de kalplere nakış nakış işliyor. Zemahşeri, Allah’ın dilediğine verdiği hikmeti tanımlarken; “İlim ve amel uygunluğu”[5] tanımını tercih ediyor. Demek ki Kur’ani-nebevî eğitim süzgecinden geçmiş ilim, marifet toprağında beslenecek ve hayatta da salih, faydalı işler hâlinde meyvesini verecek! İşte bilme, bulma ve olma yolculuğu da bu demekir.
İslam dini; ilme, bilgiye, öğrenmeye verdiği önemi, bize ilk inen ayetten itibaren gösteriyor. Fıkhi boyutuyla da düşünüldüğünde, hak ile batılı, helal ile haramı, günlük hayatını tanzim edebilecek pratikleri seçebilecek kadar ilim öğrenmek her mükellefin üzerine farzdır. “İlim tahsil etmek her Müslüman erkek ve kadına farzdır”[6] diyen Hz. Muhammed (s.a.v.), âlimlerin derecelerinin, hem toplum, hem de nazar-i İlahîye’de üstün olduğunu her daim vurgularken, onları “Peygamber varisleri” tanımı ile övmüştür. Ancak ilmiyle amil olmayanlar da o derecede de yerilmiştir. İlim; hikmet yolcusunun besmelesidir, ancak marifet ve hikmet, varlık ve olayları sorgulamayı gerekli kılar
Bilme, bulma ve olma yolculuğunda ilk basamağı oluşturan ilim ile meşgul olmayı “ilmel yakin” menzili ile ifade etmişlerdir. Bu derece, kalbi irfana açılan bir penceredir. Müşahede etmek manasına gelen “aynel yakin” ise daha derin bir gözle görmek, bildiğini özümsemek manasına gelmekle beraber, şüpheleri giderici olması itibariyle çok kıymetli bir makam. Nitekim, Hz. İbrahim; Allah’ın kudretini tanıyıp, ölülere can vereceği bilgisine sahipti, fakat bu ilmel yakin derecesindeki bilgisini, “Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!”[7] diyerek aynel yakin olarak müşahede etmek istemişti. Kesinlik bakımından en son merhale teşkil eden bilgi ise “hakkal yakin” olarak ifade edilir. Bizzat yaşanıp, doğruluğu kişi tarafından tecrübe edildiği için, şüpheye hiçbir şekilde yer yoktur. Hakkal yakin yoluyla elde edilen bilgi inkar edilemez. Bu yüzden “tatmayan bilmez” denilmiştir. Ateşin sıcak olduğunu ilmel yakin olarak bilen kişi, elini ateşe yaklaştırır ve sıcaklığını deneyimler, aynel yakin olarak bilmiş olur. Daha da fazlasını tecrübe etmek ister ve daha çok yaklaşırsa, eli yanar ve böylece acısını da hissederek ateşin yakıcı olduğunu bizzat müşahede eder ve hakkal yakin derecesinde kavramış olur.
Kesin bilgi talep edilirken, onun imana götürebilen nevinde olması gereklidir, yoksa gayeye ulaştırmayan vasıtanın bir değeri olmadığı gibi doğruya, hakka götürmeyen bilginin de bir kıymeti yoktur.
O halde kişinin istikameti;
-İnsaflı,kontrollü bakış açısı ile, akl-ı selim süzgecinden geçirilmiş nazari ilim;
-Okuduğu olay ve olguları, görmekten öte, kainatı ibretle inceleme, ölçme ve değerlendirme
-Kendini gözden geçirme, arınma, tezkiye etme
-Eşyanın sır ve inceliklerine vakıf olabilme, edindiği değerler doğrultusunda ahlaklı ve erdemli bir hayat sürme
Bu yolculuk hâli, bitimi olmayan bir güzergahta seyreder. Marifet ehli mutasavvıfların “hamdım, piştim, yandım” dediği yere gelmeyi hedefler, bilginin satırlardan sadırlara aktığı, dile gelip konuştuğu, ete kemiğe büründüğü hâl…Usul ve vusul olmadan sadece bir malumat yığını hâline dönüşür bilgi. İhtiyacımız olan şey, bizi, çağımızı, yerimizi, yönümüzü değiştirip, dönüştürebilecek olan bir akıldır. Eşyanın, maddenin, dünyanın tasallutundan kurtulup, onlara hükmedecek, tasarrufta bulunacak bir akıldır. Bugün bir Müslüman olarak her safhada muhtaç olduğumuz özgür, sıhhatli, sağlam duruşumuz, bu üç sütun üzerinden bir model oluşturmak ve bu uğurda usanmadan cehd etmemize bağlıdır.
[1] Cuma suresi, 62:5
[2] İḥyâʾ, I, 26-27
[3] Necm suresi, 53:39
[4] Bakara suresi, 2:269
[5] el-Keşşâf, I, 396
[6] İbn Mace, Mukaddime, 17
[7] Bakara suresi, 2:260