Müslüman’ın Vazifesi Olarak Zekât ve Fitre

Müslüman’ın Vazifesi Olarak Zekât ve Fitre

İslam dini, yardımlaşmayı sadece teşvik etmez, zekât ve fitre gibi, belirli ödemelerde sistemleştirir de. Zekât ve fitre zorla yapılan bir yardım da değildir. Çünkü, Rabbimizin ihsan ettiği nimetlere bir şükür arzı ve nişanesi olarak, Allah tarafından hak sahiplerinin hakkı olarak takdir edilmiştir. Böylece, sahip olunan malın en azından belirli oranda ihtiyaç sahiplerine verilmesi ile aynı zamanda insanın bitmek tükenmek bilmeyen mal mülk biriktirme hırsının bastırılması, yardıma ihtiyacı olanların düşünülmesi hedeflenmektedir. Bu hâliyle zekât ve fitre, toplum katmanları içerisinde imkânı olan ile olmayanlar arasında köprü olmakta ve toplumsal huzuru teminde önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Sosyal barış denilen toplum katmanları arasındaki uyumun temini zekât ve fitre ile sistemleştirilmiş olmaktadır.

Zekât ve fitre, mal-mülk sahibinin sahip olduğu varlıkları, malı eksiltmez. Aksine bereketini artırdığı gibi çoğu zaman bizzat malı da artırır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Sadaka/zekât vermek, maldan hiçbir şey eksiltmez…” (Muslim, Birr, 69. H. No: 6592)

Bir başka hadis-i şerifte ise zekâtın farz kılınma sebeplerinden birisi olarak kazanılan malı temizleme özelliği bildirilmiştir:

“Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele. (Tevbe suresi, 9:34)” ayeti indiğinde bu durum ashaba ağır geldi. Hz. Ömer, ben bunu sizin için sorayım diyerek Allah Resulü’ne gitti ve “Ey Allah’ın nebisi. Bu ayet ashabına ağır geldi” dedi. Bunun üzerine Peygambef Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah, zekâtı ancak mallarınızın kalan kısmını temizlemek için farz kıldı.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 33. H. No: 1664)

Allah rızası için Allah’ın belirlediği yerlere sarf edilen zekât, malı-mülkü de koruyan bir ibadettir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin. Belayı dua ile savuşturun.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 3/382. H. No: 6689)

Bir başka hadiste ise zekâtın, hayatını İslam kuralları üzerine geliştiren ve Allah’a teslim olmak durumunda bulunan Müslümanların, Allah’a itaat ettiklerini gösteren bir delil olduğuna vurgu yapılmıştır: “Zekât, (kişinin Müslümanlığının) bir delilidir.” (Nesâî, Zekât, 1. H. No: 2437)

Zekât manevî olarak insanı temizler. İnsan hayatı boyunca pek çok hatalar, hatta günahlar işlemekte, istemese de Allah’a ibadet ve itaatinde ihmalkârlık gösterebilmektedir. Bu hata ve ihmalkârlıkların Allah indinde bağışlanmaya vesile olması bakımından zekât, zengin Müslüman’ın önünde büyük bir imkândır:

“Allah Resulü (s.a.v.) bana şöyle buyurdu: Sadaka/zekât vermek, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları yok eder.” (İbn Mâce, Zühd, 22. H. No:4210)

Kimin ne kadar malı olduğunu elbette ki sadece kendisi bilir. Dolayısıyla ne kadar zekât vereceğine yine kendisi karar verecektir. Zekât bir borç değildir. Gönülden verilmesi gerekir. Çünkü zekât bir ibadettir. Veren kişinin şahsiyetini geliştirir, kalbini yumuşatır. Bunun içindir ki, zekât verildikten sonra artık Allah indinde vazife tamamlanmış demektir. Zekât veriyorum diye zekât alanların huzursuz edilmesi, ikide bir zekât verildiğinin gündeme getirilmesi, zekâtın her türlü sevabını alıp götürür. Yüce rabbimiz Kur’an’da bu konuya bir örnek vererek dikkat çekmiştir:

“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Bakara suresi, 2:264)

Öyleyse bu önemli ibadetin yerine getirilmemesi durumunda nasıl bir akıbet beklemektedir? Peygamber Efendimizin şu uyarısı en çok dikkat çeken uyarılarından birisidir:

“Allah azze ve celle kime mal verir de o kişi zekâtını ödemezse; kıyamet günü, zekâtı verilmeyen mal, sahibi için çok zehirli bir yılan suretine çevrilir. Bu yılanın iki gözü üstünde iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyamet gününde, mal sahibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan ağzıyla sahibinin çenesini iki taraftan yakalar ve sonra der ki: ‘Ben senin malınım, zekâtını vermediğin malınım. Allah Resulü sonra şu ayeti okudu:

“Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (Âl-i İmrân suresi 3:180)” (Buharî, Zekât, 3. H. No: 1402)

Fıtır sadakası da aynen zekât gibi önemli bir ibadettir. Üstelik fıtır sadakası, Ramazan Bayramı namazına kadar doğanlar da içinde olmak üzere çocuklar dahil bir hanede bulunan herkes için verilir. Bu yüzdendir ki fıtır sadakasına kelime manalarından birisine uygun olarak yaratılış sadakası, herkesin vermiş olması bakımından da baş sadakası denilmektedir. Fitre de denilen fıtır sadakası, oruç, namaz ve diğer ibadetlerin yoğunlaştığı, dolayısıyla Müslümanların manevi hayatlarının yeniden dirilip canlandığı, Ramazan ayının bereketidir. Müslüman, oruç ile bedenini arındırır, zekâtı ile malını. Bayrama eriştiğinde de bir şükür nişanesi olarak fıtır sadakası verir. Peygamber Efendimiz fıtır sadakasını zekât ile eş tutmuş ve şöyle buyurmuştur:

“Resûlullah (s.a.v.) hem oruçluyu (işlediği) faydasız fiillerden ve (söylediği) kötü sözlerden temizlemek, hem de fakirlere gıda (temin etmek) üzere fıtır zekâtını farz kıldı. Artık kim bunu bayram namazından önce öderse, o makbul bir zekâttır. Kim de bunu bayram namazından sonra öderse, o sadakalardan bir sadakadır.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 18; H. No: 1609)