“Tartışmanın Amacı, Bir Konuda Bilinmeyenin Ortaya Çıkması ve Hikmetinin Anlaşılmasıdır.”

“Tartışmanın Amacı, Bir Konuda Bilinmeyenin Ortaya Çıkması ve Hikmetinin Anlaşılmasıdır.”

 

Evet uzun bir başlık oldu. Baştan söyleyeyim ki, başlıktaki bu ifadeler bana ait değildir. Başlığın sahibi İslami kelâm mezheplerinden Mâturîdîliğin kurucusu İmam Mâturîdî hazretleridir.

Birkaç ay öncesinden başladığımız ama bir türlü sırasını getiremediğimiz temel ıstılahlarımızdan bazılarının nasıl da Müslümanları aşağılama, suçlu gösterme, kendi dinlerine küfrettirme aracına dönüştürüldüğünü göstermek istediğimiz meseleye gelemedik.

Ama, inşaallah oraya da geleceğiz. Geleceğiz gelmesine de, arada bazı meseleleri konuşmadan, yazmadan da olmuyor işte.

Aslında bu hep de böyle olmuş. Eğer sizin anlatmak istediğinizi anlamak istemeyen, anlayabilecek duruma gediklerinde de çarpıtmak isteyen birisine ne deseniz, sonuç hüsran olur. Lakin bizim amacımız hüsrana boyun eğmek değildir. Bunun için de, muhataplarımızın üstünlük taslamalarına, iktidar ve güç sahibi olmalarına rağmen biz yine de hakkı izhar etme gayretimizden vaz eçmeyeceğiz.

Maalesef bu karakterde olan Müslümanlar da var. Ve bu Müslümanlar sadece kendilerini değil, diğer tüm Müslümanları da utandırıyorlar.

Başlığımızın sahibi İmam Mâturîdî, bu anlamda her türlü delile saçma bir delille cevap vermekte olan bir gruba karşı kısa ve öz bir savunma yapar. Ama ne var ki, İmam Mâturîdî’nin o muhatapları dahi bugün bizim muhataplarımızdan daha namuslu ve daha insaflıdır. Burada İmam Mâturîdî ile o ilgili grubun tartışmasını aktarmayacağım. Fakat, tartışmanın sonunda Mâturîdî hazretleri şu meşhur ifadesini de söylemekten geri çekinmez.

Der ki İmam: “Ne var ki, sözü edilen gruplarla fikir tartışmasında bulunmak boşuna çaba sarfetmektir. Çünkü tartışmanın amacı, bir konuda gizli kalmış hususların ortaya çıkması, bilinmesi ve bu konudaki hikmetin boyutlarının anlaşılması için araştırma yapmaktır.” [1]

Bakar mısınız şu alçak gönüllülüğe ve ama kendindeki güvene? İmam, tartışılan konuda ortaya çıkacak bir mesele varsa tartışalım. Tartışmanın sonucu da bu konuda bir hikmet ortaya koymak olsun der. 

Yolumuz Hikmeti Ortaya Çıkarma Yoludur

İşte bunun içindir ki, biz de İmam’ın yolunda bir adım dahi olsa gidebilmek için bazı ön izahatları yapma ihtiyacı duyuyoruz. Muhataplarımız başka yolu seçse de bizim yolumuz her zaman hikmetin ortaya çıkması yolu olarak kalacaktır.

Konu buraya gemişken yine İmam Mâturîdî’nin de imamı olan, Baş İmam, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe ve öğrencisi Ebû Mukâtil arasında geçen bir müzakereyi nakletmek istiyorum. Bu müzakere, hassaten ama hassaten, Müslümanlar arasında tartışmanın nasıl olması gerektiğini ortaya koyması bakımından müthiş bir temsil ve misal olarak önümüzde durmaktadır.

İmam ve talebesi arasındaki konuşma iman üzerinedir ki, bu konuda uzun uzun konuşulmaz ve “inanmak” yeterlidir ya! Ama, talebe Ebû Mukâtil, İmam’dan imanı tafsılatlarıyla yani detaylarıyla öğrenmek ister. İmam başlar anlatmaya:

“Îman; tasdik, marifet, yakîn, ikrar ve İslamdır. İnsanlar tasdik konusunda üç hâlde bulunurlar. Bir kısmı Allah’ı ve Allah’tan gelen şeyleri kalb ve lisan ile tasdik ederler. Bir kısmı da kalb ile tasdik eder, lisan ile yalanlar.”

Talebe Ebû Mukâtil, İmam’a talebe olarak kendisinin cevabını bulamadığı bir meseleyi gündeme getirdiğini söyledikten sonra İmam’dan “insanın bu üç hâlini” açıklamasını ister.

İmam şöyle cevap verir: “1- Allah’ı ve Allah katından gelen şeyleri kalb ve lisanı ile tasdik eden kimse Allah katında ve insanlar yanında mümindir. 2- Lisanıyla tasdik, kalbi ile tekzib eden kimse, Allah katında kâfır, insanlara göre ise mümin olur. Çünkü insanlar onun kalbinde olanı bilmezler. İkrar ve şehadetinden dolayı onu mümin diye isimlendirmeleri gerekir. Zîra kalbdekini öğrenme külfetine girme durumu yoktur. 3- Bir kısım kimseler de, Allah katında mü’min, insanlara göre kâfır olur. Bu, imanini gizleme durumunda, lisanı ile küfür izhar etmiş kimsenin hâlidir, imanini gizlemek için böyle yaptığını bilmeyen kimse, onu kâfır olarak isimlendirir. Fakat o kimse Allah katında mü’mindir.”

İşte asıl mesele şimdi başlamaktadır. Talebe Ebû Mukâtil, İmam’a şöyle itiraz etme cüretinde bulunur:

“Tamam, siz hakkı açıkladınız da. Lakin, görüyorum ki sözlerinizde imani; tasdik, marifet, ikrar, İslam ve yakîn şeklinde çoğaltmış oldunuz!?”

Fetva konusunda acele etme!

Buna karşılık İmam, bugün de her bir Müslüman’ın dikkatle ders alması gereken şu cevabını verir:

“Allah iyiliğini versin. Acele etme, fetva konusunda daha ağır ol. Sana bahsettiğim şeylerden beğenmediklerin olursa, eğer ihlaslı isen, bana açıklamasını sor. Nice insanlar vardır ki, bir sözü ilk işittikleri zaman beğenmezler, fakat açıklaması yapıldığı zaman memnun olurlar.

Sakın ha, bir sözü duyup beğenmeyen, sonra da sahibini lekelemek için o sözü insanlar arasında söyleyip yayan eden kimselerden olma. Zira o özellikteki kimseler ‘söylenen sözün belki benim bilmediğim bir yönü vardır, arkadaşıma sorayım, herhalde bunu kasdetmediği halde söyleyiverdi, benim için gerekli olan dikkatli olmak, arkadaşımı kötülememek, sözünü niçin söylediği anlaşılıncaya kadar onu lekeleyecek bir şey söylememektir.’ diye düşünmezler.”

Talebe ile İmam arasındaki müzakere burada bitmez; talebe mutî’ (itaat eden) bir karaktere sahip olmasına rağmen anlamak için sorusunu, dolayısıyla, itirazını sürdürür:

“Söylediğinizi öğrendim, anladım. Ben talebe olduğum için kusurumu bağışlayın. Fakat belirttiğiniz tasdik, marifet, ikrar, İslam ve yakînin size göre mevkii ve tefsiri nedir? Bunu da açıklayın!”

İmam bu ya, bir talebesinin kendisine böyle sorular sormasına kızar mı dersiniz? Aksine, o bu sorulardan memnun olur ve başlar anlatmaya:

“Bunlar birbirinden farklı ve fakat hepsi de bir manaya, iman manasına gelen kelimelerdir. Allah Teâlâ’nın Rabb olduğunun ikrarı tasdiki, kesin inancı ve kesin bilgisidir. Bütün bunlar, muhtelif lafızlar olmalarına rağmen manaları birdir. Mesela, bir kimseye, ey insan, ey adam veya ey filanca denmesi gibi. Söyleyen kimse, bu kelimelerle aynı manayi kastettiği hâlde muhtelif isimlerle çağırmış olmaktadır.” [2]

Evet gördüğünüz ve dahi okuduğunuz gibi asıl konuya gelebilmek için daha nice yolları aşıp öyle varmamız gerekiyor. Onun içindir ki şu an istilahlar mesesini yine erteliyoruz.

Ama sakin ola ki, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe ve öğrencisi Ebû Mukâtil’in müzakere usulünü terketmeyelim. Yanlış söylediysek bile, o yanlışı düzelteni tebrik edelim. Yanlışımızı bir başka yanlış ile beslemeyelim.

 

[1] İmam Mâturîdî, Kitâbu’t Tevhîd, s. 221-222. Tahkik: Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Dr. Muhammed Aruçı. İrşad Yayınları, İstanbul, 2001.

[2] el-Âlim ve’l-Müteallim, s. 13-14. Tahkik: Zahid El Kevserî, el Mektebetu’l Hancî, 1368.