Toplumsal Çeşitlilik ve Kültürler Arası Eğitim Okul Öncesi Dönemde Başlamalıdır
- AİLESürmanşet 2
- 19 Ekim 2020
Çeşitlilik kavramı Almanya’da 1950’lerde başlayan göç ile ortaya çıkmıştır. Bugün ise yoğun göçmen akımı devam etmektedir. Bunların önemli bir kısmı ana okul çağındadır. Örneğin 2015 yılında savaştan kaçan çocuk göçmenlerden 120.000’i altı yaş altındadır.
Bu tablo Alman Federal Cumhuriyeti’nde heterojen grupların artışta olduğu ve böylelikle çok kültürlü bir toplumun içinde bulunulduğunu gösterir. Özetle; çocuklar Almanya’da çok kültürlü bir dünyaya gözlerini açmaktadır. Çocukların bu var olan çok kültürlü hayatı kabul edip ve önyargıdan uzak olabilmeleri için ana okullarındaki eğitim önemlidir.
Okul öncesi kültürlerarası eğitim tartışmalarında ana okul çağındaki çocukların önyargı besleme potansiyelinde olmadıkları ve kurumların da önyargısız bir birliktelik için çalıştığı savunulmaktadır. Ayrıca farklı kültürlerin ve bununla birlikte farklı çocukların bir araya gelmesi ile birlikte otomatikman bir kültürlerarası iletişim oluştuğu iddia edilmektedir. Bu düşünce yapısının ne yazık ki gerçeği yansıtmadığı gerek tecrübeler ile gerekse araştırmalar ile sabittir: Çocuklar ilk okul dönemindense ana okulu başlangıcında “başka” çocuklar ile arkadaşlık kurmaya ve stereo tip olmayan oyun tecrübeleri edinmeye daha açıklar. Anaokulu gibi kurumlar elbette ki böylesi bir eğitim için tek başına sorumluluk taşımamakta, lakin çocukların hayatında büyük rol oynamaktadırlar.
Sonuç itibari ile var olan kültürel çeşitliliğin çocuklar tarafından da kabul edilebilmesi amacına yönelik ana sınıfı konseptleri oluşturulmalı ki temelden insan farklılığına yönelik pozitif bir duruş geliştirilsin.
Farklı kökenlerden olan kişilerle sadece irtibat içinde bulunmak bu duruşu sergilemeye yetmemektedir. Bunun sebebi ise çocukların bilinçaltında etki eden bir şeyin doğru olup olmadığı veya kabul edilip edilmeyeceği konusundaki ince mesajlardır:
Onlar bunu (önyargıyı) çalışanların terkibinden, duvardaki resimlerden, hikayelerdeki baş rol oyuncularından ve günlük hayatlarındaki rutinlerden (ve önlerine koyulan oyuncaklardan) öğrenmekte. Eksik olan şeylerden de öğrenmekteler: Ana okullarında onlara (çocuklara), ailelerine, dillerine, özel tecrübelerine ve kabiliyetlerine işaret eden bir şey olmadığında şu düşünceye varmaktalar: “Bu kurum bensiz ve ailemsiz de idare edebiliyor. Ben buraya ait değilim.”
Çocuk gelişimini garantileme ve göç kökenli çocukların da ana okullarında birey olarak kabul edilebilmeleri adına gerekli öğrenim ve öğretim ortamı oluşturulmalıdır. Ortam örneğin uygun öğretim materyalleri ile süslenebilir. Uygun öğretim materyali, farklı kültürleri de ele alan ve çocuklara aidiyet hissini veren “önyargıya karşı” oyuncaklardır. Göçmen çocuklara sosyal ve kültürel bağlarını geride bırakmaksızın bir yetişme ortamı oluşturulmalı ve böylelikle kendilerine hem bulundukları yere hem de kültürlerine ait hissettirilmelidir. Böylelikle gerek yerli gerekse göçmen çocukları aile içerisinde ve çok kültürlü toplumda başarılı bir duruş sergileyeceklerdir.
Almanya ana okullarında eyaletten eyalete, hatta şehirden şehre farklı pedagojik konseptler uygulanmaktadır. Çoğunluğu ise oyunla eğitim ve öğretime dayanmaktadır. Nitekim oyun; dili, sorumluluk anlayışını, sosyal bağları vb. geliştirmektedir. Burada altı çizilmesi gereken nokta ise oyun ağırlıklı konseptlerin özellikle ülkedeki baskın olan topluluğa dayanması ve böylelikle kültürel çeşitliliğe eğitim içeriklerinde ve materyallerinde çok az yer verilmesidir.
Anti-Bias-Approach
Uygulandığı ana okulları ne kadar az olsa da Anti-Bias-Approach adı altında çok kültürlü bir eğitim konsepti 1980’li yıllarda, Kaliforniya`da Loise Derman-Sparks tarafından oluşturulmuştur. Bu konsept önyargıya, tek taraflılığa karşı kurulmuş olup bir “kaynaştırma” çabası içerisindedir. Kaynaştırma; hem özürlü insanları hem de din, kültür gibi farklılıkları bir araya getirip uyumlu bir geçim içerisinde olma manasındadır. Anti-Bias özellikle çocukların başarı hayatını ve özgüvenini olumsuz yönde etkileyen kurumsallaşmış ayrımcılığa karşı bir duruş sergilemektedir. Nitekim bu durum azınlık olan gruplarda aşağılık, baskın toplulukta ise üstünlük hissine yol açmaktadır. Sonuç olarak bu konsept hem azınlığı hem de çoğunluğu muhatap almaktadır. Bu gerçek, kültürlere ve önyargıya karşı bir eğitime dayalı, ayrımcılığı ve önyargıyı önlemek adına kurulan Anti-Bias gibi konseptlerin önemini ve ihtiyacını arttırmaktadır. Anti-Bias konseptinin temel hedefi ise değer vermeye, her insana karşı saygı göstermeye dayalı yeni bir dünya düzenidir.
Bu düzeni kurma amacı ile Anti-Bias farklı çocukların etkileşimini, eğitim merkezlerinin iç dizaynını ve eğitim ve öğretimde büyük önem taşıyan malzemeleri – oyuncak dahil – çocukların kimlik gelişimine, dil çeşitliliğine ve aile önemine değer katacak şekilde uyarlamıştır. Oyuncak olarak Persona Dolls adını taşıyan dış görünüşleri ve biyografileri farklı olan bebekler icat edilmiştir. Bu bebekler farklılıklarıyla ana okullarını “ziyarete gidip” çocuklara kendi kimliklerini tespit etme imkânını sağlamaktadır. Ayrıca Anti-Bias- çocuk kitaplarında ve Memory oyunlarında da farklı ten renginden ve kültürlerden aileler resmedilmiştir. Bu oyuncaklar vesilesi ile kültürel çeşitliliğin yerleşim alanı olarak okul öncesi eğitim kurumları görülebilir, lakin bu oyuncaklar standart oyuncak kategorisi içinde bulunmadığı için sadece az sayıda üretilmektedir.
Farklı kültürlere dayanan oyuncakların üretimi ne kadar az sayıda olsa da gelecekte saygı, sevgi ve hoşgörünün hâkim olduğu bir dünyayı ve bunu inşa edecek çocukları hayal etmek, yetiştirmek ve onlar vesilesi ile yeni bir dünya kurmak temelden başlamakla mümkün olur. Yeter ki hayaller, inançlar ve dualar son bulmasın.
* Yüsra Yılmaz, Osnabrück Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunudur. Yüksek lisans tezini “Okul Öncesi Dönemde Çeşitlilik ve Kültürler Arası Eğitim” üzerine yapmıştır.